Abd

‘PKK, YPG, IŞİD, ÖSO gibi örgütler İsrail ile hareket etmeye hazır’

İran’ın İsrail’e yönelik gerçekleştirdiği ve 200 balistik füze kullandığı misilleme sonrası İsrail kabinesi, İran’a sert bir saldırı yapma yönünde karar aldı. Pentagon ve İsrail Genelkurmay Başkanlığı arasında gerçekleştirilen görüşmelerde, ABD’nin İsrail’e yapacağı saldırıda istihbari yahut askeri bir destek vereceği belirtildi.

ABD Başkanı Joe Biden’ın ise İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ile olası İran hedeflerini istişare ettiği kaydedildi. Amerikan basınında yer alan haberlere göre Joe Biden, nükleer tesislerin ve petrol sahalarının vurulmaması yönünde tavsiye verdi. Biden’ın, İran petrol üretim ve dağıtım tesislerinin vurulması durumunda seçim arifesinde petrol fiyatlarının yükselişinden endişe duyduğu aktarıldı.

Axios’un aktardığına göre İsrail, Biden’ın tavsiyelerine sıcak bakmadı ve vurulacak hedefler konusunda kendilerinin karar alacağını belirtti. Amerikan basını, Biden’ın “Netanyahu beni dinlemiyor” şeklinde kurmaylarına şikayetlerde bulunduğunu bildirdi.

Diğer yandan İsrail’in Lübnan’a yönelik kara işgali devam etti. İsrail birlikleri, sınır hattındaki çeşitli Hizbullah mevzilerine, sığınaklarına ve tünellerine yönelik bombardıman ve baskınlar gerçekleştirdi. İsrail ordusu tarafından X’te yapılan paylaşımlarda, ele geçirilen tanksavar füzeleri ve roketleri sergilendi.

İsrail Hava Kuvvetleri’nin yaptığı bombardıman sırasında Beyrut’ta bulunan ve Hizbullah’ın yeni lideri olması beklenen Haşim Seyfettin’in hedef alındığı kaydedildi.

Hizbullah ise İsrail’in sınırı geçen özel kuvvetlerine yönelik çeşitli pusular ve tuzaklar kurduğu bilgisini paylaştı. Hizbullah’ın açıklamasına göre İsrail özel harekat timleri, yaşadıkları ağır kayıplar sonucunda helikopterle tahliye edildi. İsrail birliklerinin henüz stratejik öneme sahip yerleşim birimlerine giremediği ve çatışmaların yoğun şekilde devam ettiği kaydedildi.

İran’ın İsrail’e yaptığı misillemeyi, İsrail’in tarihinde Siyonist sermayenin rolünü, İsrail’in Türkiye’yi tehdit eden politikalarını ve Lübnan’daki demografik yapının günümüzdeki durumunu, Prof. Dr. Mehmet Yuva ile konuştuk.

’19. Yüzyılda Süveyş Kanalı boyunca inşa edilen Yahudi kolonileri Filistin’e taşındı’

İsrail’in devlet olarak var oluş sürecinde Siyonist sermayenin sömürgeci emellerinin öne çıktığının altını çizen Prof. Dr. Mehmet Yuva’ya göre, İsrail’in günümüzdeki ana hedeflerinden birisi yeni bir kanal veya ticaret rotası oluşturarak Mısır’ın Süveyş Kanalı etkinliğini tamamen ortadan kaldırmak. Mehmet Yuva, İsrail’in bu amaç uğruna bölgedeki ülkeleri adeta ateşe attığına ve büyük bir yıkım getirdiğine dikkat çekti:

“Hesapların üstünde bir hesap var diyebiliriz. Mevcut durumu sık sık anlatmaya çalıştık. İsrail’in kuruluş tarihinden bugüne dek yaşadığımız süreç ortada. Filistin’e yönelik saldırılar ortada. Uluslararası Avrupa sermayesinin bu bölgede neden İsrail ihtiyaç inşa etme ihtiyacı duyduğunu anlattık. Tarih boyunca Katolik ve Protestan sermayesi nasıl dünya genelinde sömürgeler inşa ettiyse, Avrupa Yahudi sermayesinin de kendisine bağlı ve kendi çıkarlarını temsil edecek bir erk inşa etmek isteği doğdu. Bunu 19. yüzyılda yürürlüğe koydular. Filistin için bu kararın neden alındığını, Süveyş Kanalı’nın konudaki önemini dile getirdik. Mısır’da Süveyş Kanalı açıldıktan sonra Yahudi sermayesinin getirdiği ve İngiliz ordusu ile hareket eden güçler ile çıkarlarını nasıl koruduğunu anlattık. Zaman içerisinde Süveyş Kanalı boyunca inşa edilen Yahudi kolonilerinin Filistin’e nasıl taşındığını ve Rothschild hanedanının bu konudaki rolünü biliyoruz. Süveyş Kanalı’ndaki Mısır devlet hisselerini satın aldılar. Teolojik bir yaklaşım ile Tevrat’a dayanarak ‘vadedilmiş topraklar’ adı altında dindar Yahudilerin göçünü sağladılar.

Bugün artık bir gerçeklik var. Filistin’in en az yüzde 90’ı bugün işgal altında. Geriye kalan yüzde 10’luk bölümde de zaten kantonlar var. Bizzat İsrail’in tanıdığı Batı Şeria’da bile bir yerden bir yere gidebilmek için duvarlar ve tel örgüler arasından geçip sürekli güvenlik noktalarında kimlik ibraz etmek gerekiyor. İsrail, Gazze’yi Filistinlilerden arındırmak istiyor çünkü Gazze açıklarında doğalgaz yatakları var. Süveyş Kanalı’na alternatif olarak Kızıldeniz’den Gazze’ye doğru bir güzergah ortaya koymak ve yeni bir kanal inşa etmek istiyorlar. Bunu da Süveyş Kanalı’na alternatif yapmak istiyorlar. Bugünkü noktada görüyoruz ki Filistin meselesinin çözümü ancak Filistin davasına sahip çıkan devletlerin, örgütlerin ve sivil toplum kuruluşlarının İsrail’e karşı durması gerekiyor. Bunlar darbe yemeden İsrail’in senaryoları gerçekleşemeyecekti. Bu sebeple önce Irak’ı, ardından Suriye’yi tasfiye ettiler hemen sonrasında Filistin ve Lübnan hedef alındı.”

‘Netanyahu, Saddam’ın devrilmesinin İsrail için önemini 2003’te anlattı. Aynı senaryoyu Suriye’de yapamadılar’

Prof. Dr. Yuva’ya göre İsrail, Saddam Hüseyin’in devrilmesi senaryosunu Suriye’de uygulayamadı. Refik Hariri suikastıyla başlayan süreçte Suriye yönetiminin şeytanlaştırıldığını aktaran Yuva, İsrail’in agresif politikalarının günümüzde Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri’ne yönelik bir karalama kampanyasına dönüştüğünü kaydetti:

“2003’te Netanyahu, Irak’ın ve Saddam Hüseyin’in neden ortadan kaldırılması gerektiğini ve bunun İsrail için neden önemli olduğunu anlatmıştı. Fakat Irak’ı hallettikten sonra aynı işi Suriye’de yapamadılar. 2005’te Lübnan’da Refik Hariri’yi öldürdüler ve suçu Suriye’ye atarak Suriye ordusunun Lübnan’dan çekilmesini sağladılar. Bunu bir ‘özgürleşme’ yalanıyla servis ettiler. Maalesef uluslararası kamuoyu sessiz kaldı. Zaten bu devletler ister Avrupa ister ABD olsun, İsrail’e her koşulda sahip çıktı. İsrail ne yaparsa yapsın yaptırım uygulamadıklarını gördük. Birleşmiş Milletler olarak kabul edilen kurumun başındaki insanın dahi İsrail’i tek bir noktada eleştirdiğinde başına neler geldiğini gördük. İran’ın füze saldırısı sonrası Guterres’in İran’ı çok şiddetli kınamamasını bahane göstererek adamın İsrail’e girişini yasakladılar. Suriye’nin paramparça edildiği ve kan gölüne dönüştürüldüğü, Lübnan’ın Gazze’ye dönüştürüldüğü bir tablo var ortada. İsrail’in elindeki mevcut hava gücü dışında başka bir hava gücünü devreye sokarak Lübnan, Filistin ve Suriye üzerinde mutlak hakimiyet kuracak kapasitede olmadığını tarih boyunca gördük.”

‘Hizbullah, Lübnan’da sadece Şiilerin desteklediği bir örgüt olmaktan çıktı’

Netanyahu’nun Lübnan planlarını, Hristiyan azınlığı kışkırtarak iç savaş çıkartmak üzerine kurduğunun altını çizen Mehmet Yuva, günümüzde Marunilerin dahi Hizbullah ile yan yana durduğunu belirtti. Lübnan’da artık mezhepsel ve etnik iç savaşın mümkün olmadığını ifade eden Prof. Dr. Yuva, Hizbullah’ın artık sadece Şiilerin desteklediği bir örgüt olmadığını vurguladı:

“Eğer İsrail böyle bir güce sahip değilse, Türk yetkililer İsrail’in asıl hedefinin Türkiye olduğuna dair neden açıklamada bulundu? 1982’den bahsettiniz. O yılda İsrail’in Lübnan’ı işgal edebilmesinin üç temel sebebi vardı. Birincisi, ABD ordusunda görevli Yahudi kökenli olan veya olmayan pilotlar ve komutanlar, o savaşta doğrudan İsrail ordusu içinde yer aldı. Amerikan hava kuvvetleri, o savaşta İsrail’e destek verdi. Tüm savaşlarda olduğu gibi. 1967 ve 1973 savaşlarında da İsrail ABD’den ve Avrupa’dan çok ciddi stratejik destek gördü. Bu destek olmadan hedeflerine varamamıştır, olduğunda da kısmen varmıştır.

1982’de tüm bunlar olduğu halde Lübnan sahasında İsrail’e direnebilecek hangi güçler vardı? O vakit ne Hizbullah vardı, ne Emel hareketinin silahlı kanadı vardı. Lübnan’da ve Suriye’de var olan Suriye Sosyal Milliyetçi Parti unsurları da sahada yoktu. Bu partinin 1982’de İsrail hedeflerine yönelik ilk eylemleri ortaya koyan ve İsrail ordusuna ait noktalara intihar eylemlerini yapan kadın militanlarını hatırlayalım. İsrail’in Lübnan’da başarılı olabilmesinin hikayesi, biraz da Lübnan toplumunun kendisiyle ilgiliydi. Lübnan içerisinde doğrudan İsrail’e destek veren, İsrail’in yanında doğrudan yer alan ve İsrail işgalina katkıda bulunan Falanjistler ve Lübnan Kuvvetleri gibi ABD-İsrail-Fransa dostu milisler vardı. Süreç içerisinde İsrail’in oradan çıkartılması sonucunda, bu örgütlerin toplumsal desteği ve askeri varlığı sona erdi. Bu sebeple bugün aynı senaryonun tekrarlanabileceğini iddia edenler, İsrail’in aslında güneyden sürdüğü veya Beyrut’tan sürdüğü yüz binlerce Lübnanlı’nın veya Şiilerin, Hristiyan nüfusun bu göç sebebiyle nefretini ortaya koyacağı varsayımından hareket ediyor.

Bu fikir, Hristiyanların silahlı mukavemet gerçekleştireceğini ve Lübnan’ın tekrar bir iç savaş yaşayacağını savunuyor. Netanyahu’nun kafasında böyle bir proje var. Fakat Lübnan’ın toplumsal gerçekliğini bilenler bunun pek mümkün olmayacağını biliyor. Zaman içerisinde Hizbullah, Lübnan’da sadece Şiilerin desteklediği bir örgüt olmaktan çıktı. Dürzilere bakarsak özellikle Arslan kesiminin yani yarısından çoğu, Hizbullah’ın yanında yer almaktadır. Bir kısım Dürzi pasif davranabilir fakat İsrail ordusundaki Dürziler sebebiyle sempati de duyabilirler. İsrail’in etkili konuma gelmesini de arzu edebilirler. Fakat Dürzilerin yarısından çoğunun Hizbullah’ın yanında hareket ettiğini ve militanca mücadele ettiğini bilir. İsrail’in, Fransa’nın ve ABD’nin en çok yatırım yaptığı Maruni Katoliklerin yarısından çoğu, Suriye ve Hizbullah ile siyasi ve askeri ittifak içerisinde.”

‘Hizbullah hala daha sahada 2006’daki gibi mukavemet ortaya koyabiliyor’

Lübnan’da bulunan Sünni grupların bir kısmının zamanında IŞİD yanında yer almasına karşın birçok Sünni Lübnanlının İsrail karşısında saf tutacağını ifade eden Prof. Dr. Yuva, Lübnan’daki demografik yapının 1982’dekinden çok daha farklı olduğunu kaydetti. Prof. Dr. Yuva’ya göre Hizbullah her ne kadar lider kadrosuna darbe almış olsa da sahada İsrail’e karşı direniş gösterebiliyor:

“Sünniler ile ilgili de bir husus var. Bugün Trablusşam’da bulunan, Osmanlı bakiyesi olarak bilinen ve Türk vatandaşlığı verilmiş olan, Mersin’den gönderilen gemiyle derhal tahliye edilen ve Suriye savaşında büyük bölümü ÖSO gibi örgütlerde yer almış ve aynı mezhepçi pozisyonda olan bir nüfus var. Muhsin Dağı’nda yaşayan Alevilere yönelik IŞİD ile birlikte hareket edip katliama girişmiş olan bir nüfus var. Bunların büyük bir dönemi Davutoğlu döneminde güçlü olarak desteklendi. Fakat bunların yanında Nikatiler, eski Lübnan başbakanı gibi isimler var. Bunlar, Hariri’nin ve Trablusşam’daki nüfusun aksine Hizbullah’ın müttefiki. Lübnan’daki toplumsal yapı, ABD ve İsrail’in kafasındaki gibi 1982 yılındaki duruma hiç benzemiyor. Hizbullah komuta kademesini kaybetmiş olabilir fakat Hizbullah, başı kesik tavuk misali nereye gittiği belirsiz bir durumda değil.

Bu kadar baskıya ve komuta kademesini kaybetmesine rağmen Hizbullah, İsrail’in en elit komandolarına darbeler vurabildi. İsrail komandoları hala daha sınırdan bir kilometre uzaklıktaki köylerini dahi tüm propagandaya rağmen ele geçiremedi. İsrail hala BM’nin Lübnan ile İsrail’i ayıran bölgeden çıkabilmiş değil. İlk sızma hareketinde de ağır kayıplar verdiler. Hizbullah gibi yapılar, sadece mobil değildir. Sadece gerilla karakteri taşımaz. Sadece ordu karakteri taşımaz. O insanlar o bölgede ister küçük ister büyük gruplar halinde olsun; öldürülen komutanların yerini alabilecek isimlere sahiptir. Emel örgütünden ayrılan Hizbullah’ın komuta kademesi, öldürülen komutanlarının yerine derhal birini getirebilmektedir. Şüphesiz ki önemli isimlerin tasfiyesi moral bozgunluğu yaratabilir. İsrail de bunu başarmak için böyle bir darbe vurdu. Ama sonuçlara bakarsak Hizbullah hala daha sahada 2006’daki gibi mukavemet ortaya koyabiliyor.”

‘PKK, YPG, IŞİD, ÖSO gibi örgütler İsrail ile hareket etmeye hazır’

İran’ın süreci barış yolunda tutmak için büyük çaba harcadığını ve Hamas dahil bölgedeki tüm aktörlerin ABD Başkanı Biden’ın ateşkes planını kabul ettiğini hatırlatan Prof. Dr. Mehmet Yuva, İsrail’in tüm barış çağrılarına karşın savaşı büyütecek adımlar attığını belirtti. İsrail’in Türk topraklarını hedef almasına yönelik Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın açıklamalarına değinen Prof. Dr. Yuva, İsrail’in bunu kendi askerleriyle değil fakat ÖSO, YPG, PKK, IŞİD gibi örgütlerle yapacağına dikkat çekti:

“İran-İsrail konusu nereye evrilir? Anadolu’da çok güzel bir laf var: Evdeki hesap çarşıdaki hesaba uyacak mı göreceğiz. İran, aslında diplomaside de siyasette de askeriyede de süreci gayet iyi idare edebildi. Suudi Arabistan ile barışmanın yollarını aradı ve bu tahakkuk oldu. Körfez ülkelerindeki yatırımlarını azaltmadı, aksine Katar’da, BAE’de, Umman’da yatırımlarını artırdı ve bu ülkelerle ilişkilerini geliştirdi. ABD ve İsrail ile aralarında münasebet olsa dahi bu ülkelerle savaş istemediğini gösterdi. Ancak İsrail ile birlikte hareket eden ve İran’ın çıkarlarını tehdit edecek girişimler olursa, o vakit İsrail’e vereceği zararın aynısını bu ülkelere de vereceği mesajını iletmiştir. İran, şubat ayından beri ister nükleer program konusunda, ister Gazze’nin barış sürecine katkı sunması için ABD’den veya Batı’dan getirilen tüm uzlaşılara yakın durdu.

İlk görüşmeyi Umman’da yaptılar. Irak’ta, Katar’da da görüşmeler yaptılar Amerika ile. 15 Ağustos’a geldiğimizde Gazze’de ateşkes bekleniyordu. Biden’ın sunduğu bir mutabakat vardı. Kabul edildiği ilan edildi. Hamas çıkıp kabul ettiğini söyledi. Hizbullah da Lübnan’da Fransızlar ile, Amerikalılar ile bir araya gelip görüştü. Onlar da ateşkesi kabul ettiklerini beyan etti. Netanyahu Gazze’de ateşkesi kabul ettiği takdirde silahların susacağını belirttiler. Netanyahu ise ısrarla ABD’yi savaşa dahil etmek ve iktidarını bırakmamak adına Gazze ve Lübnan’ı ateşe atmaya devam etti. ABD buna rağmen İran’ın ‘cezalandırma’ olarak İsrail’e yapmış olduğu füze saldırısından sonra tehditlerde bulundu. Fakat bu tehditler çerçevesinde Netanyahu hala daha çıkıp daha da büyük tehditlerde bulundu.

Bunun bir sebebi var. Sebebi Lübnan ve Türkiye ile ilgili. Türk yetkililer bu yüzden açıklamalar yaptı. İsrail özellikle Suriye sahasında; Fırat’ın kuzeyinde ve doğusunda ABD’deki savaşın sürmesini isteyen Pentagon, CIA, askeri sanayi ve petrol holdingleri merkezli isimlerle işbirliği yapıyor. İsrail, Lübnan’da 1982’de ortaya koyduğu operasyon gibi, Suriye topraklarında ABD ile hareket eden dinci, etnikçi, IŞİD, YPG, Suriye-Türkiye normalleşmesine gıcık olan ÖSO gibi örgütler bugün de İsrail ve ABD ile hareket etmeye hazır. İsrail, Türkiye’yi bu örgütler üzerinden tehdit etmektedir. Bu tehdidin İsrail tarafından Türkiye’ye, Suriye’ye, Irak’a bu örgütler üzerinden yapıldığı anlaşılmalıdır. İsrail 10 milyon nüfusuyla Türkiye’yi işgal edecek değil.

İsrail’in en önemli destekçisi ABD ve Amerika’nın Doğu Akdeniz’de, Yunan adalarında askeri varlığı ile bulunmasının sebebi, Netanyahu’nun zihninde bulunan yeni bir Büyük Ortadoğu Projesi’nin varlığıdır. Devletlerin etnik temelde parçalanması, Gazze’ye dönüştürülmesi, petrol gibi doğal kaynakların İsrail tekelinde olması projesi, Netanyahu’nun en büyük arzusudur. Ama hesapların üzerinde bir hesap vardır. Tüm bunlara rağmen Ortadoğu’yu bu tür manyaklardan, Hitler benzeri yönetimlerden kurtarmak istiyorsak, Türkiye-Suriye normalleşmesi başta olmak üzere bölgesel işbirliğini sağlamanın ne kadar önemli olduğunu görüyoruz.

‘ABD ve müttefikleri, İran’a yapılacak saldırı konusunda iki farklı kutba ayrılmış durumda’

Joe Biden’ın Arap-İsrail yakınlaşmasını destekleme sebebinin Biden’ın alternatif Hindistan-İsrail yolu projesi olduğu değerlendirmesinde bulunan Prof. Dr. Mehmet Yuva, İran’a yapılacak saldırı konusunda ABD ve müttefiklerinin iki kutba ayrıldığı görüşünde:

ABD, Hindistan-İsrail ekonomik koridoru ile Türkiye’yi ve İran’ı içine alan Kuşak-Yol projesini devre dışı bırakacağına ve Çin’i kuşatıp zayıflatacağına inanıyor. Biden’ın koridoru ne kadar arzuladığını ve Arap-İsrail barış sürecini bu çerçevede gerçekleştirmeye çalıştığını tespit ediyoruz. Ancak ABD, İran’ın bu projede yer alan Körfez petro-dolar hanedanlıklarına zarar verebilecek kabiliyette olduğunu da gördük. Bu gerçeklik, ABD’yi iki kutba ayırmaktadır: Birinci kesim ki buna Netanyahu da dahil, İran’In petrol rafinerilerini ve nükleer tesislerini vurmak için şartların müsait olduğuna inanmaktadır. İkinci kesim ise ki buna Joe Biden ve Katar, Umman, Kuveyt gibi Körfez ülkeleri de dahil, İran’a bu amaçla yapılacak kapsamlı bir saldırının arzulanan sonuca ulaşamaması halinde işleri çığırından çıkaracağını düşünmektedir. Bu grubun görüşüne göre Körfez bölgesi ABD üsleri ile dolu ve Körfez hanedanlıkları, İran’ın olası karşı saldırısından ciddi şekilde zarar görebilir.”

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu